MACERA BAŞLIYOR..
Yağmur mevsiminin yaklaşmasıyla birlikte, kurumuş gölcüklerde büyük
bir hareketlilik yaşanır. Gölcük tabanlarında ya da suyla dolma ihtimali
olan her çukurda sivrisinekler hareket halinde görülebilirler. Ancak
bu sefer uçmuyor, yürüyorlardır. Dikkatli bir şekilde birşeyler arıyor
gibidirler.
Sivrisinek gibi uçabilen bir canlının, kendisi için dağlar tepeler sayılacak engelleri yürüyerek aşmaya çalışması oldukça ilginç bir manzara oluşturur. Binlerce sivrisinek hepsi birden, sanki bir yerden emir almışçasına hareket ederler. Çünkü artık onlar için görev zamanı gelmiştir.
Sivrisinek gibi uçabilen bir canlının, kendisi için dağlar tepeler sayılacak engelleri yürüyerek aşmaya çalışması oldukça ilginç bir manzara oluşturur. Binlerce sivrisinek hepsi birden, sanki bir yerden emir almışçasına hareket ederler. Çünkü artık onlar için görev zamanı gelmiştir.
Dedektör Sivrisineğin Uzun Yolculuğu...
Yumurtadan çıkan sivrisinek yavrularının, büyüme evrelerini tamamlayabilmeleri
için küçük bir su birikintisine ihtiyaçları vardır. Bu, çamurlu bir
yağmur suyu, bataklık, çeltik, havuz suyu ya da teneke kapta birikmiş
bir su olabilir. Ancak durgun sular sivrisineklerin tercih sebebidir.
Çünkü bu sular, içerdikleri fotosentez yapabilen bitki öbekleri sayesinde,
oksijence zengindirler.Sivrisinek yumurtaları su bulunan her ortamda gelişebilirler, ancak bazı şartların sağlanması gerekir: Yumurtadan çıkacak olan larva, yetişkin bir sinek oluncaya kadar farklı evreler geçirecektir. Her evrede de yavru sineğin farklı ihtiyaçları olacaktır. Kuraklık ve aşırı sıcak da yumurtaların gelişimini engelleyebilir. Bu yüzden anne sivrisinek doğacak yavruların tüm gelişme evrelerini rahatça tamamlayabilecekleri bir ortam bulmak zorundadır.
Peki, sivrisinek en uygun yeri nasıl bulacaktır. Bakarak mı, koklayarak mı, tahmin ederek mi, yoksa tesadüfler sonucunda mı?
Sivrisineğin küçük adımlarıyla, yumurtaları için en uygun yeri aramasının zorluğunu daha iyi anlatabilmek için bir örnek verelim; kendinizi tepecikler, ağaçlar ve çukurlarla dolu bir alanda, bir yerlere ulaşmaya çalışırken bir düşünün, üstelik de hiç bir yardımcı aletiniz (araba, şemsiye vs.) olmadan, yürüyerek, sıcak güneşin altında... Ne kadar yorucu olacağını tahmin edersiniz.
Boyutunun küçüklüğünü düşündüğümüzde sivrisinek için de uygun bir yer bulmak böylesine zordur. Ama onun böyle bir arama yapacağı önceden bilindiği için, ihtiyacı da düşünülmüştür ve tetkiklerinde gerekli olacak en mükemmel sistemle donatılmıştır. İşte bu yüzden, yumurtalarını bırakacağı yeri kolaylıkla buluverir: Karnının altında bulunan bir alıcı sayesinde, toprağın nem ve sıcaklık bakımından yumurtalarını bırakmaya uygun olup olmadığını tespit eder. En uygun yeri bulabilmek için de toprağı santim santim, hiç yorulmadan tarar.
10 mm.'lik bir canlının toprağın nemini ve sıcaklığını ölçmesinin nasıl bir işlem olduğunu biraz düşünelim... Toprak ile ilgili bir araştırma yapmak oldukça zahmetli bir iştir. Toprağın neminin, yaşının, verimliliğinin ölçülmesi, içindeki minerallerin, madenlerinin tespit edilmesi, kısacası toprakla ilgili olup insanın işine yarayacak her şeyin belirlenmesi için bu işi için özel tasarlanmış aletlerden faydalanılır.
Ya dedektörler kullanılır, ya da toprağa sondaj yapılıp elde edilen numuneler laboratuvarlarda incelenir. Çünkü neyin, ne kadar derinlikte ve ne yoğunlukta bulunduğunu bilmeden yapılacak bir çalışmadan-örneğin bir kazıdan-sağlıklı bir sonuç elde etmek oldukça zordur. Yapılacak bir hata sonucunda, telafisi güç, emek, zaman ve para kaybı doğar.
Sivrisinek de kesin netice alabilmek için toprağı öncelikle tarar. Genel durumu hakkında bilgiler alır, bunları değerlendirir ve sonucuna göre karar verir. Burada tam donanımlı teknik bir aletten değil, yalnızca 10 mm. boyunda olan küçücük bir canlıdan bahsediyoruz… Karnının altındaki küçük alıcısıyla toprağı adımlayan ve tek düşüncesi yumurtalarına uygun bir yer bulmak olan sivrisinekten…
Buraya kadar anlatılanları kısaca tekrar gözden geçirerek, bunların nasıl ortaya çıkmış olabileceklerini düşünelim.
10 mm. büyüklüğünde bir canlı bilinçli bir arayış içindedir. Amacı yumurtalarının ve yumurtalardan çıkacak yavruların ihtiyaçlarını karşılayacak bir ortam bulmaktır. Bunun için oldukça zahmetli bir işe girer ve söz konusu yeri yürüyerek arar.
Burada ilk olarak üzerinde durulması gereken, sivrisineğin yumurtanın ihtiyaçlarını nereden bildiğidir.
Sivrisineğin ısı değişimi, nem oranı gibi kavramlardan haberi yoktur. Örneğin nemin, birim hacim topraktaki su miktarı olduğunu bilmez. Uygun nemin ve ısının yumurta içindeki enzim ve proteinleri harekete geçireceğinden de haberi yoktur. Proteinin ve enzimin ne demek olduğunu, ne işe yaradığını, hangi şartlarda bunların harekete geçerek yumurtanın gelişimini sağlayacağını sivrisineğin bildiğini, bu bilgi doğrultusunda ileriyi görerek hareket ettiğini düşünmek elbette akıl karı değildir. O halde sivrisinek neden uygun nem ve sıcaklığı aramaktadır?
Sivrisinek düşünme yeteneği olmayan, 1 cm. büyüklüğünde bir böcektir. Hiçbir eğitim almayan, zaten öğrenme yeteneği bile bulunmayan bu böcek hangi bilgi sayesinde, özel bir amaç doğrultusunda hareket eder?
İkinci önemli ayrıntı ise sivrisineğin araştırma yaparken kullandığı teknik donanımdır: Isı ve nemi en hassas biçimde ölçen ve en uygun yere doğuştan yerleştirilmiş bir organ.
Peki sivrisinek bu alete nasıl sahip oldu? Acaba yavrularının ihtiyaçlarını gözlemlerle ve deneylerle tespit eden sivrisinek, kendi vücuduna bir tür "dedektör" eklemeye mi karar verdi? Daha sonra bu karar doğrultusunda kendi vücudunda değişiklikler mi yaptı?
Yoksa "evrim süreci" içinde, bir gün tesadüfen, bir sivrisineğin vücuduna ısı ve nem ölçümü yapabileceği bir organ mı eklendi?
Bu son ihtimal her ne kadar insana garip ve mantıksız da gelse, temeli şuursuz tesadüflere dayanan evrim teorisinin görüşü budur. Teoriye göre bütün canlıların özellikleri, birbirinden bağımsız tesadüflerin yaptıkları değişimlerin, birbirlerine eklenmesiyle ortaya çıkmıştır.
Oysa üstteki soruların yanında, bu tesadüf açıklamasını geçersiz kılan yüzlerce soru vardır. Öncelikle eğer organ tesadüfen ortaya çıktıysa, sivrisinek bu organı hangi amaç için, ne şekilde kullanacağını nasıl öğrenmiştir? Eğer bu organ tesadüfen oluştuysa, bunun bir kerede olması gerekir. Tam çalışmayan ya da eksik ölçüm yapan -örneğin yalnızca nemi veya yalnızca ısıyı ölçen- bir organ işe yaramaz. İşe yaramayan bir organın muhafaza edilmesinin, evrim teorisinin kendi mantığı içinde bile anlamı yoktur.
Sivrisineğin kendi vücuduna özel bir tarayıcı yerleştiremeyeceği, bu tarayıcının hangi amaç uğruna ve nasıl kullanılacağını içeren bilgilerini bir sonraki nesle aktaramayacağı da açıktır.
Ortada kusursuz bir uyum vardır ve tesadüflerin hiçbir şekilde böyle bir uyum yaratamayacağı ortadadır. Kaldı ki bu uyum yalnızca sivrisineğin hayatında değil, bütün canlılarda ve doğanın her köşesinde görülür.
Kanatların Titreşimi ve Neslin Devamı
1920'li yıllarda, Kanada'da yeni inşa edilmiş bir elektrik santralındaki
bütün jeneratörler çok kısa bir süre sonra bozulmuştu. Sebep jeneratörlerin
motorlarına sıkışmış yüzbinlerce sivrisinekti. Acaba bu sinekleri jeneratörler
çeken neydi? Jeneratörler temizlendikten kısa bir süre sonra yine aynı
olay tekrarlanınca, sineklerle ilgili bir uzmana başvuruldu ve sorun
bu sayede çözümlendi.
|
Jeneratörlere saldıranların tümü erkek sivrisineklerdi. Sebebi de
bu makinelerin içinde kendilerine kur yapan dişilerin var olduğunu
düşünmeleriydi! Jeneratörlerin vızıltısıyla dişilerin vızıltısını
birbirine karıştırmışlardı. Jeneratörlerin hızının değiştirilmesiyle
sivrisineklerin aklının karışması da önlendi.
Bu ilginç olay, sivrisineklerin çiftleşmesini sağlayan çok daha ilginç bir sistemi hatırlatır bize: Erkek sivrisineklerin dişilerini, onların çıkardığı kanat seslerinden tanımalarını. Şimdi bu konunun detaylarına bir göz atalım.
Sivrisineklerin çiftleşmesi havada uçarken gerçekleşir. Fakat erkekler erişkin bir sivrisinek olana kadar, yani kısa yaşamlarının ilk 24 saati boyunca çiftleşemezler. Çünkü bu süre içinde antenleri henüz kurumadığından sağırdırlar. Bu yüzden dişilerin kanat seslerini -yani çiftleşme çağrılarını- duyamazlar.
Sivrisineklerde işitme yeteneği çok gelişmiştir. Erkeğin kafasından çıkan 2 tane küçük ve tüylü antende bulunan çok sayıda duyu hücresinden meydana gelmiş "Johnston organı", ses dalgalarının titreşimlerini alır ve ayırt eder. Bu tüylü duyargalar yalnızca dik durumdayken ses titreşimlerine karşı duyarlıdırlar.
Dişi sivrisineğin kanatlarından çıkan ses erkek sivrisineği etkileyen
en önemli faktördür. Dişinin kanat sesleri, erkeğin antenindeki reseptör
hücreleri titreştirir ve sivrisineğin beynine elektrik sinyallerini
gönderir. Dişiler kanatlarını erkeklerden daha hızlı çırparlar ve
dişinin kanatlarından çıkan titreşimler erkeklerde çiftleşme isteğini
artırır. Sivrisineklerin bol olduğu yaz günlerinde etraftaki sesleri
bir düşünelim. Taşıt sesleri, insan sesleri, hayvan sesleri… Kısacası
insanın duyabildiği ve duyamadığı frekanslardaki pek çok ses. Bu kadar
ses arasında erkek sineğin, dişisinin cılız kanat sesini duyması oldukça
zor bir iş olmalıdır. Ama yine de erkek sivrisineğin hassas "kulakları",
bütün bu seslerin arasından dişisinin sesini ayırdeder ve böylece
erkek sivrisinek çiftleşmek için dişiye doğru uçar.
Sivrisinek sürüsünün içine düşen bir dişi, erkeklerden biri tarafından farkedildiğinde, erkek sivrisineğin cinsel organının yanında bulunan özel kıskaçlarla tutulur ve çiftleşme genellikle havada bazen de yerde gerçekleşir. Çiftleşmeden sonra erkek, sürüsüne geri döner ve bir süre sonra da ölür.
Bu noktada konuyu daha derin incelemek gerekir. Ortada çok ilginç bir sistem bulunmaktadır. Sivrisinekler karşı cinsi kanat çırpma sesinden tanımaktadırlar.
Peki nasıl olur da, her yıl dünyaya gelen trilyonlarca sineğin herbiri kanatlarını kendi cinsiyetlerini belli edecek frekansta çırparlar?
Her dişi kanatlarını daha yavaş, her erkek de daha hızlı çırpma kabiliyetine sahiptir. İşte burada evrim teorisinin cevaplaması gereken bazı sorular ortaya çıkar.
Eğer sivrisinek yaratılış değil, tesadüflerin sonucunda varolmuş olsaydı, doğan her sivrisineğin kanatlarını rastgele bir hızda çırpması ve bir kaos yaşanması gerekirdi. Çünkü erkeğin daha yavaş, dişinin daha hızlı kanat çırpmasını gerektirecek hiçbir sebep yoktur. Ancak her cinsiyet mensubu, adeta bir emre uyarcasına, hiçbir mecburiyetleri yokken, kendi cinsiyetlerini belli edecek hızda kanat çırparlar.
Ancak bu frekans farkının gerçekte tek başına bir anlamı yoktur. Eğer erkek sivrisinekte yaratılıştan bulunan üstün algılama yeteneği olmasaydı, bu kanat çırpışların hiçbir anlamı olmazdı. Dişi sivrisineğin çıkardığı titreşimler, insan için ne kadar anlamsızsa, erkek sivrisinek için de o kadar anlamsız olurdu. Böyle bir durumda erkek dişiyi algılayamayacağından, çiftleşme gerçekleşmezdi.
Kuşkusuz bunun tersi de mümkündür. Erkek sivrisinekte üstün bir algılama yeteneği olsa, fakat erkeği de dişisi de bütün sivrisinekler farklı farklı frekanslarda kanat çırpsalardı, bu kez de erkekte üstün bir algılama yeteneğinin bulunmasının bir anlamı olmazdı. Bu, her iki durumda da sivrisineklerin daha o nesilde yokolması anlamına gelirdi.
Bu durum bizlere sivrisineklerin çiftleşmek için birbirlerini tanımalarını sağlayan sistemin, daha ilk sivrisinek çiftinden itibaren varolması gerektiğini gösterir. Bu denli hassas bir mekanizmanın birdenbire ortaya çıkmasının tek açıklaması ise bilinçli bir yaratılıştır.
Çiftleşme gerçekleştikten sonra dişi sivrisinek, erkeğin spermlerini özel bir kesede muhafaza ederek, haftalar boyu döllenmiş yumurta yumurtlayabilir. Dişi sivrisinek çiftleşme anından itibaren kan emmeye başlar, çünkü yumurtalarının gelişebilmesi için kana ihtiyacı vardır.
ARILARIN HAYATI 1
...Onlarda kendileri için daha nice yararlar ve içecekler vardır. Yine de şükretmeyecekler mi? (Yasin Suresi, 73)
İç savaşlar, toplu katliamlar, gözünü kırpmadan adam öldüren insanlar, sokaklarda yatan çocuklar, evi barkı olmadığı için soğuktan donan insanlar, çocuk yaşta cinayet işleyenler, aile içinde yaşanan problemler, gençlik çeteleri, yolsuzluklar, …
Günlük yaşamın bir parçası haline gelen bu gibi toplumsal sorunlar düşünüldüğünde hepsinin temelinde ortak bir eksikliğin olduğu görülecektir. Bütün bu sorunların ortaya çıkmasına neden olan adaletsizlik, dolandırıcılık, sahtekarlık, merhametsizlik gibi kötü ahlak özelliklerinin temelinde yatan da yine bu eksikliktir.
Bu önemli eksiklik insanların düşünmemeleri ve dolayısıyla gerçekleri görememeleridir. Bu gibi kişiler için ön planda olan kendi çıkarları, kendi yaşamlarıdır. Çevrelerinde yaşananlar onları ilgilendirmez. Ara sıra düşündükleri sınırlı konular da yine kendileri ile ilgilidir. Bu nedenle kendi doğru ve yanlışlarının sınırları içinde bir yaşam sürerler. Günlük yaşamın akışı içinde yaptıklarını yeterli gören bu kişiler dünyada bulunuş amaçları gibi hayati önemdeki konuları akıllarına bile getirmezler.
Çevrelerindeki canlıların özelliklerini, nasıl olup da böyle kusursuz bir çeşitliliğin ortaya çıktığını, kendi vücutlarını, gökyüzündeki dengeleri kısacası hiçbir şeyi düşünmezler. Dolayısıyla da bunların Allah tarafından "tasarlanmış", yani "yaratılmış" olduğunu fark edemezler. Tüm evrenin yaratıcısı olan üstün güç sahibi Allah'ı gereği gibi takdir edemezler. Neden yaratılmış olduklarının ve Allah'a karşı sorumlu olduklarının bilincine varmazlar. Oysa Kuran'da düşünmenin önemini, ancak düşünen kimselerin öğüt alacağını vurgulayan pek çok ayet vardır. Bir ayette düşünen ve bunun sonucunda Allah'ın kudretinin farkına varan kişilerden şöyle bahsedilir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)
İşte Balarısı Mucizesi kitabının amacı da Allah'ın yaratılış mucizelerinden birini daha tanıtarak bu düşünce tembelliğini kırmaktır. Bununla birlikte balarısının kitap konusu olarak seçilmesinin de çok önemli bir nedeni vardır. Balarıları Kuran'da Allah'ın dikkat çektiği canlılardandır. Allah Nahl Suresi'nde arıların Kendi vahyi ile hareket eden canlılar olduklarını şöyle bildirmektedir:
Rabbin balarısına vahyetti:
Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Görüldüğü gibi ayetlerde kendine ev edinen, meyvelerden yiyen ve bal üreten arılara dikkat çekilmektedir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de görüleceği gibi kovandaki arılarla ilgili benzer işlerin tümü işçi arılar tarafından yapılmaktadır. Bir arı kovanında işçi arılar, kraliçe arı ve erkek arılar bulunur. Kovandaki hemen hemen her türlü işle görevli olan işçi arılardır. Bununla birlikte kraliçe arının, kovanın devamlılığını sağlamak gibi son derece önemli bir görevi vadır. Erkek arılarınsa kovan içindeki tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kısa yaşam süreleri içinde bu görevlerini yerine getirirler ve hemen arkasından ölürler.
Arıların özelliklerinin detaylı olarak inceleneceği bu kitapta ayrıca arıların aralarında nasıl anlaştıkları, kovandaki on binlerce arının nasıl olup da problemsiz bir şekilde yaşadıkları, yönlerini nasıl buldukları, nasıl bal ürettikleri gibi daha birçok konu ayetlerle birlikte ele alınacaktır. Evrim teorisinin iddia ettiği gibi ne doğada ne de arıların hayatında başıboş ve tesadüfi bir "yaşam mücadelesi" olmadığını da ilerleyen bölümlerde bir kere daha göreceğiz.
Bu kitabın konusu olan balarıları ise diğer arılardan farklı özelliklere sahiptir. Koloniler halinde ağaç kovuklarında veya benzeri kapalı mekanlarda kendilerine yuva yaparlar. Bir arı kolonisi, bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve 10-80 bin işçi arıdan oluşur. Görünüş olarak birbirinden farklı olan bu üç arıdan kraliçe arı ve işçi arılar dişidir.
Arı kolonilerinin her birinde sadece bir kraliçe bulunur ve bu kraliçe arı diğer dişilere göre daha büyüktür. Temel görevi ise yumurtlamaktır. Üreme sadece kraliçe arı vasıtasıyla olur, onun dışında diğer dişiler erkeklerle çiftleşemezler. Kraliçe, yumurtlamadan başka, koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler de salgılar.
Erkekler ise, dişilerden iridirler ama ne iğneleri vardır, ne de kendileri için besin toplayabilecek organları. Tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kovanda petek örme, yiyecek toplama, arı sütü üretme, kovan ısısını düzenleme, temizlik, savunma gibi akla gelebilecek tüm işleri ise işçi arılar yaparlar.
Arı kovanındaki hayatın her aşamasında bir düzen vardır. Larvaların bakımından, kovanın genel ihtiyaçlarının teminine kadar her görev hiç aksamadan yerine getirilir. Bu düzenin en belirgin örneklerinden biri de kovandaki yavruların bakımı sırasında ortaya çıkar. Diğer arıların yavrulara gösterdikleri özen ve sergiledikleri özverili davranışlar detaylı olarak incelendiğinde bu konu daha iyi anlaşılacaktır.
Arılar da farklı büyüme evrelerinden geçerler. Arı yavruları, sırasıyla larva ve pupa evrelerini tamamlayarak erişkin hale gelirler. Kraliçe arının yumurtaları bırakması ile başlayan bu dönem boyunca arı yavrularına son derece özenli ve dikkatli bir bakım uygulanır.
Arı kovanlarındaki yavruların bütün sorumluluğu işçi arılara aittir. İşçi arılar öncelikle kraliçenin yumurtlaması için peteklerin içinde özel olarak belirlenmiş bir bölgede kuluçka hücreleri hazırlarlar. Bu hücrelere yumurtlamak için gelen kraliçe arı, hücrenin temizliğini ve uygunluğunu kontrol ettikten sonra her peteğe birer yumurta bırakarak ilerler.
Yumurtaların gelişimi için gerekli olan şartların sağlanmasından, yumurtadan çıkacak larvaların ihtiyaçları olan besin maddelerinin temin edilmesine, hücre sıcaklıklarının sabit tutulmasından, özel hücre kontrollerine kadar pek çok şey özel olarak ayarlanır. İşçi arılar, detaylı metodlar kullanarak larvalara çok dikkatli bir bakım uygularlar
İşçi Arıların Larvalara Uyguladıkları Titiz Kontrol
Kraliçe arının büyük bir hassasiyetle hücrelere yerleştirdiği arı yumurtaları yaklaşık 3 gün içinde gelişirler. Bu sürenin sonunda hücrelerden beyaz kurt şeklindeki arı larvaları çıkar.1 Yumurtadan çıkan bu canlıların gözleri, kanatları ve bacakları yoktur. Dış görünüş olarak balarısına hiç benzemezler.
İşçi arılar bu yeni doğmuş larvaları son derece dikkatli ve özenli bir şekilde beslerler. Öyle ki tek bir larvanın büyüme dönemi boyunca yaklaşık 10.000 kere işçi arılar tarafından ziyaret edildiği tespit edilmiştir.2 Larvalar yumurtadan çıktıktan sonraki ilk üç günleri boyunca arı sütü ile beslenirler. Larva dönemi arıların sürekli beslendikleri ve beden olarak en çok geliştikleri dönemdir. Arı larvaları bu dönemdeki düzenli beslenme sonucunda 6 gün içerisinde ilk ağırlıklarının 1500 katına kadar ulaşırlar.3
Kovanda bulunan binlerce larvaya karşılık bir o kadar da dadı işçi
arı vardır. Sürekli hareket halinde olan bu dadı arılar yumurtaları
ve larvaları kolaylıkla kontrol altında tutarlar. Kovanda binlerce arı
larvası olmasına ve bu larvaların beslenme şekillerinin günlere göre
değişiklik göstermesine rağmen hiç karışıklık çıkmaz. Larvaların hangisinin
kaç günlük olduğu, hangisinin ne ile besleneceği gibi detaylar işçi
arılar tarafından hiç atlanmaz.
Bu son derece şaşırtıcıdır, çünkü hücrelerde kraliçe arı tarafından farklı dönemlerde bırakılan ve farklı büyüklüklere sahip olan pek çok yumurta vardır. Ve yavru arılar özellikle larva döneminde kaç günlük olduklarına göre bir beslenme programına tabi tutulurlar. Buna rağmen dadı arılar larvaların beslenmesinde bir problem yaşamazlar.
Arı kovanındaki özel hazırlanmış peteklerde büyümeye devam eden larvaların yedinci günlerinde şaşırtıcı bir olay gerçekleşir. Larva yemek yemeyi keser ve bakıcı arılar larvanın bulunduğu hücrenin ağzını mumdan yapılmış, hafif kubbeli bir kapak ile tamamen kapatırlar.4 Bu sırada larva da kendi ürettiği bir madde ile bulunduğu odanın içinde etrafına koza örerek kendini buraya adeta hapseder.5
Arı larvaları bu şekilde pupa evresine bir geçiş yaparlar. Pupa döneminin detaylarına geçmeden önce dikkatle incelenmesi gereken nokta, koza örülen maddenin yapısıdır.
Arı larvalarının kafalarında bulunan çift taraflı ipek bezleri sayesinde ürettikleri bu maddenin özelliği; hava ile temasa geçmesinden kısa bir süre sonra sertleşmesidir. Diğer bir özelliği ise içerdiği "fibroin" isimli protein sebebiyle kuvvetli bir bakteri öldürücü ve enfeksiyon önleyici etkisi olmasıdır. Arılar üzerinde araştırma yapan bilim adamları, bu canlıların ördükleri koza sayesinde larvaların mikroplardan korunduklarını tahmin etmektedirler.
Kozanın örülmesinde kullanılan ağ, farklı kimyasal maddelerin belirli oranlarda karışımından oluşmaktadır.
1-Elastik bir protein olan "Fibroin" % 53.67. (Bu bileşik, glikol (% 66.5), lösin (% 1.5), arjinin (% 1), tirozin (% 10)'den meydana gelir.)
2-Jelatin yapısında yine bir protein olan "Serizin" % 20.36. (Bu madde serin (% 29), alanin (% 46) ve lösin (% 25)'den meydana gelmiştir.)
3-Diğer proteinler % 24.43
4-Mum % 1.39
5-Yağ ve reçine % 0.10
6-Renk maddesi % 0.05 6
Arı larvalarının koza ördükleri bu ipeğin formülü her arıda aynı şekilde üretilir. Milyonlarca yıldır bütün arı larvaları son dönemlerinde ördükleri kozalarında yukarıdaki formüle sahip olan ipeği kullanır. Ayrıca arı larvaları bu karmaşık yapılı maddeyi her zaman değil, sadece ihtiyaçları olan büyüme dönemlerinde üretmeye başlarlar. Bunlar göz önünde bulundurularak düşünülecek olursa akla pek çok soru gelecektir. Örneğin larvaların vücudundaki bu kimyasal madde nasıl ortaya çıkmıştır? Gözü, kanadı, beyni, olmayan, bir et parçasından farksız, henüz dünyayı hiç görmemiş, nasıl şartlarda bir yaşam süreceğini bilmeyen bir larva kendi başına karar verip, böyle bir şey oluşturabilir mi? Örneğin kimyasal maddenin koruyucu formülünü larvanın kendisi mi bulmuştur? Üretimini larva kendi kendine mi başarmıştır? Bu kimyasal maddeyi larvanın vücuduna kim yerleştirmiştir?
Elbette ki koza örmede kullanılan ipeğin oluşmasını; hareket bile etmeyen,
bakımı başka canlılar tarafından sağlanan, göremeyen, duyamayan, sadece
çok basit yaşamsal fonksiyonlara sahip olan larvanın kendisi sağlamış
olamaz. Böyle bir şeyin iddia edilmesi elbette ki bilimsellikten ve
akılcılıktan uzaklaşmak olacaktır. Çünkü bu iddia arı larvasının kimyasal
madde oluşturabilecek bilgilere sahip olduğu, matematiksel hesaplar
yapabildiği gibi çıkarımların kabul edilmesi demektir. Bu ise bilimsel
olmaktan çok hayali bir iddia olacaktır.
Yalnız burada vurgulanması gereken son derece önemli bir nokta vardır. Söz konusu canlı şuur sahibi bir canlı olsa da değişen bir şey yoktur. Çünkü hiçbir canlının kendi vücudunda var olmayan bir sistemi kendi kendine oluşturması söz konusu değildir. Örneğin insan, doğadaki akıl sahibi yegane varlıktır. Ama buna rağmen bir insanın çok basit formüllü de olsa bir kimyasal madde üretimini sağlayacak sistemleri kendi vücudunda oluşturması mümkün değildir. Bu durumda akıl ve bilinç sahibi insanların yapamayacağı bir şeyi bir böceğin yapabileceğini iddia etmek de kesinlikle akla ve mantığa sığmayacak bir davranıştır.
"Larvanın koza üretiminde kullandığı ipek nasıl meydana gelmiştir?" sorusunun cevabını verebilmek için öncelikle ipeği oluşturan maddeleri tekrar hatırlayalım. Bunlardan biri olan fibroin; glikol, lösin, arjinin ve tirozin maddelerinin belirli oranlarda birleşmesiyle meydana gelen bir maddedir. İpeği oluşturan maddelerden başka biri olan serizin ise serin, alanin ve lösin'in çok hassas yüzdelerde biraraya gelmesiyle oluşur. Arı larvalarının koza örerken kullandıkları ipeğin yapısındaki maddeler sadece bu kadar değildir. Bundan başka mum, yağ ve reçine gibi maddeler de ipeğin yapısında bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi ipeğin oluşması için çok sayıda maddenin belirli oranlarla biraraya gelmesi gerekmektedir. Bir deney yapalım ve ipeği oluşturan maddelerden en basit yapılı olanını ele alarak bu maddenin kendi kendine oluşmasını bekleyelim. Ne kadar beklersek bekleyelim, ne gibi işlemler yaparsak yapalım sonuç asla değişmeyecektir. Ve günlerce, aylarca, yıllarca hatta milyonlarca yıl boyunca beklense de, değil bu maddelerden tek bir tanesi, bu maddeleri oluşturan atomlardan tek bir tanesi bile tesadüfen oluşamayacaktır. Bu durumda koza örmede kullanılan ipeği oluşturan maddelerin her birinin tesadüfen ortaya çıktığını ve daha sonra yine tesadüfen biraraya gelerek ipek oluşturduklarını iddia etmekse tamamen akıl ve mantık ölçülerinden uzaklaşmak olacaktır.
İpeğin oluşumu bir arının yumurtadan çıkıp, uçabilir hale gelmesi için gerekli olan pek çok mekanizmadan sadece bir tanesidir. Larvanın arıya dönüşebilmesi için bütün mekanizmaların aynı anda bir bütünlük içinde çalışması gereklidir. Herhangi bir eksiklik arının gelişememesine yani, ölümüne neden olacaktır. Bu da arı neslinin zaman içinde yok olması demektir. Bu durumda varılan sonuç, arıların evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde kendiliklerinden ortaya çıkmadıkları, bir anda tüm sistemleriyle birlikte var olduklarıdır. Bu da arıların bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarını bize gösterir. Bu Yaratıcı tüm evrene hükmeden, üstün bir aklın sahibi olan Allah'tır.
Arıların ne gibi özelliklere sahip olmaları gerektiğini belirleyen ve bunların tümünü eksiksiz bir şekilde onlarda var eden, larvaya nasıl koza öreceğini ilham eden, kısacası arıların her hareketine hükmeden Allah'tır.
DEVE
Gaşiye Suresi'nin 17. ayetinde de üzerinde dikkatle düşünülmesi ve ibret alınması gereken bir hayvandan, "deve"den bahsedilmektedir.
Bu bölümde, Kuran'da "bakmıyorlar mı o deveye nasıl yaratıldı" ifadesiyle Allah'ın dikkat çektiği bu canlıyı inceleyeceğiz.
Deveyi "özel bir canlı" yapan, en ağır şartlardan bile etkilenmeyen vücut yapısıdır. Bu öyle bir vücuttur ki açlık ve susuzluğa günlerce dayanır, günler boyu, sırtında yüzlerce kilo ağırlıkla yol katedebilir.
Devenin, ayrıntısını ilerleyen sayfalarda göreceğiniz özellikleri, onun, kurak ortamlar için özel bir yaratılışla var edildiğini ve insanın hizmetine verildiğini göstermektedir. Ve bu da düşünen insanlar için açık bir yaratılış delilidir.
Devenin kan ve hücre yapısı da, çöl şartlarında uzun süre susuz yaşayabilmesini sağlayabilecek şekildedir.
Hücre duvarları, hücrelerinin fazla su kaybetmesini engelleyecek bir yapıdadır. Kan yapısı ise, devenin vücudunda su minimuma indiğinde bile kan akışında bir ağırlaşmaya olanak vermeyecek biçimdedir. Ayrıca kanında, susuzluğa dayanıklılığı arttıran albümin enzimi, diğer canlılardan daha fazla miktarda bulunmaktadır.
Devenin bir başka destekleyicisi de hörgücüdür. Hörgüçlerde vücut ağırlığının beşte biri kadar yağ depo edilmiştir. Devede yağın tek bir noktada toplanması, vücudun -yağa bağlı olarak- her yerinde yoğun oranda su atılmasını engeller. Bu da devenin suyu minimum oranda kullanmasına sebep olur.
Bir hörgüçlü deve, normalde günde 30-50 kilo besin alabilirken, zor şartlarda günde sadece 2 kg kuru otla bir ay boyunca yaşayabilmektedir. Devenin ağız ve dudak yapısı, ayakkabı köselesini delecek kadar sivri dikenleri bile rahatlıkla yiyebileceği şekildedir. Dört yüzlü midesi ve sindirim sistemi ise önüne çıkan herşeyi öğütebilecek kadar güçlüdür. Normalde yiyecek sınıfına girmeyen kauçuk gibi maddelerden bile istifade etmesini bilir. Kurak ortamlarda bu özelliğin ne kadar değerli olduğu açıktır.
Hortumlara ve fırtınalara karşı önlem
Devenin gözleri iki kat kirpiklidir. Kirpikler, kapan gibi içiçe geçerek, gözü şiddetli kum fırtınalarına karşı tam bir korumaya alırlar. Develer ayrıca burun deliklerini de kum girmesini engellemek için kapatabilirler.
Kavurucu sıcağa ve dondurucu soğuğa karşı önlemler
Bütün vücudunu kaplayan sık tüyler çölün yakıcı güneşinin hayvanın derisine ulaşmasına engel olurlar. Bunlar aynı zamanda soğukta da hayvanın ısınmasını sağlarlar. Çöl develeri 70°C'lik sıcaklıktan etkilenmezken, çift hörgüçlü develer sıfırın altında 52 derecelik soğuklarda yaşayabilmektedir. Bu tip develer, 4.000 metrelik yüksek yaylalarda bile hayatlarını sürdürebilmektedirler.
Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.(Lokman Suresi, 20)
Tüm bu bilgilerin ışığında düşünelim: Deve, kendi vücudunu çöl ortamına göre kendisi mi ayarlamıştır? Burun mukozasını kendisi oluşturup, tepesindeki hörgücü o mu meydana getirmiştir? Ya da hortum ve fırtınalara karşı göz ve burun yapısını kendisi mi tasarlamıştır? Kan ve hücre yapısını, devenin kendisi mi 'su harcamama esası' üzerine düzenlemiştir? Vücudundaki tüylerin dokusunu o mu seçmiştir? O mu kendisini "çöl gemisi"ne dönüştürmüştür?
Deve -canlıların tümünde olduğu gibi- elbette ki bunları yapamaz. "Bakmıyorlar mı o deveye, nasıl yaratıldı?" ayeti, gerçekten de bu olağanüstü hayvanın varoluşunu en iyi biçimde açıklamaktadır. Deve de, başka her şey gibi yaratılmış, özelliklerle bezenmiş ve Yaratıcı'nın yaratmadaki üstünlüğünün bir işareti olarak yeryüzüne yerleştirilmiştir.
Deve, bu tür üstün fiziksel özelliklerle yaratılırken, insana hizmetle görevlendirilmiştir. İnsan ise, tüm varlık aleminin içindeki buna benzer yaratılış mucizelerini görmek ve tüm varlıkların yaratıcısı olan Allah'ı bilip-tanımakla...
SİNEK
Onun için rahatlıkla "akrobatik uçuş ustası" tanımı kullanılabilir. Havada olağanüstü zig zaglar çizerek uçabilir.
Beklenmedik, ani ve sert dönüşler yapabilir. Bulunduğu noktadan dikey olarak bile havalanabilir... Ne kadar elverişsiz ve kaygan olursa olsun, her türlü yüzeye rahatlıkla konabilir.
Bu müthiş uçucunun bir başka gösterisi, evlerin tavanına konabilmesidir... Yerçekimi gereği tavanda duramaması ve yere düşmesi gerekir... Ama bu imkansızı gerçekleştirebilmesi için özel sistemlerle yaratılmıştır. Bacaklarının uç kısımlarında çok küçük vantuzlar vardır. Dahası bu vantuzlar belli bir yüzeyle temas ettiklerinde yapışkan bir sıvı salgılar. İşte bu yapışkan sıvı sayesinde karasinek tavana asılı kalabilir. Tavana doğru yaklaştığında bacaklarını öne doğru uzatır ve tavana dokunduğunu hissettiği anda, geldiği yönün tam aksine doğru bir takla atarak tavan yüzeyine karınüstü tutunur... Karasinek iki kanada sahiptir. Bir bölümü vücudun içine gömülü olan bu kanatlar, sinirlere bölünmüş çok ince bir zardan oluşur ve birbirinden bağımsız hareket edebilir.
Ancak uçuş halinde, tıpkı tek kanatlı uçaklarda olduğu gibi, tek bir
eksen üzerinde gidip gelirler. Bu kanatların hareketini sağlayan kaslar,
sinek uçmaya başladığında kasılır, inişe geçtiğinde gevşer. Uçuşa başlarken
sinirlerin denetlediği bu kas ve kanat hareketleri, bir süre sonra otomatik
hale gelir.
Kanatların yüzeyinde ve başın arka kısmında bulunan dokunma organları, uçuş ile ilgili bilgileri anında beyine ulaştırır.
Sinek, uçuş halindeyken yeni bir hava akımıyla karşılaşırsa, bu dokunma organları hemen beyne gerekli sinyalleri gönderir. Kaslar da beyinden gelen sinyallere göre kanatları bu yeni duruma uygun biçimde çalıştrmaya başlar. Sinek bu organları sayesinde, kendisine karşı kalkan bir sinekliğin havada oluşturduğu fazladan rüzgarı hemen algılar ve çoğu kez uçup kurtulur. Karasinek, kanatlarını bir saniyede yüzlerce defa çırpabilir. Bu hareket için, dinlenme sırasında harcadığı enerjinin yaklaşık yüz katı bir enerji harcar. Bu açıdan oldukça güçlü bir yaratıktır. Çünkü insan metabolizması normal temposuna oranla en fazla 10 kat daha enerji harcayabilir. Üstelik insan böyle yoğun bir enerji tüketimini en fazla bir kaç dakika sürdürebilir. Oysa karasinek kanatlarını bu ritimle tam yarım saat boyunca çırpabilir ve bu tempoda bir kilometreden fazla mesafe katedebilir.
Karasineğin gözü ommatid adı verilen yaklaşık 6000 küçük gözden oluşur. Her ommatidin yüzü farklı bir yöne dönük olduğu için, sinek önünü arkasını, her iki yanını, üstünü ve altını görebilir. Yani 360 derecelik bir açıyla çevresini algılayabilir. Her ommatide 8 duyu hücresi bağlıdır. Gözdeki toplam duyu hücresi sayısı ise 48.000 kadardır. Bu sayede sineğin gözü saniyede 100 görüntü alabilir.
Bu ilginç olay, sivrisineklerin çiftleşmesini sağlayan çok daha ilginç bir sistemi hatırlatır bize: Erkek sivrisineklerin dişilerini, onların çıkardığı kanat seslerinden tanımalarını. Şimdi bu konunun detaylarına bir göz atalım.
Sivrisineklerin çiftleşmesi havada uçarken gerçekleşir. Fakat erkekler erişkin bir sivrisinek olana kadar, yani kısa yaşamlarının ilk 24 saati boyunca çiftleşemezler. Çünkü bu süre içinde antenleri henüz kurumadığından sağırdırlar. Bu yüzden dişilerin kanat seslerini -yani çiftleşme çağrılarını- duyamazlar.
Sivrisineklerde işitme yeteneği çok gelişmiştir. Erkeğin kafasından çıkan 2 tane küçük ve tüylü antende bulunan çok sayıda duyu hücresinden meydana gelmiş "Johnston organı", ses dalgalarının titreşimlerini alır ve ayırt eder. Bu tüylü duyargalar yalnızca dik durumdayken ses titreşimlerine karşı duyarlıdırlar.
|
Sivrisinek sürüsünün içine düşen bir dişi, erkeklerden biri tarafından farkedildiğinde, erkek sivrisineğin cinsel organının yanında bulunan özel kıskaçlarla tutulur ve çiftleşme genellikle havada bazen de yerde gerçekleşir. Çiftleşmeden sonra erkek, sürüsüne geri döner ve bir süre sonra da ölür.
Bu noktada konuyu daha derin incelemek gerekir. Ortada çok ilginç bir sistem bulunmaktadır. Sivrisinekler karşı cinsi kanat çırpma sesinden tanımaktadırlar.
Peki nasıl olur da, her yıl dünyaya gelen trilyonlarca sineğin herbiri kanatlarını kendi cinsiyetlerini belli edecek frekansta çırparlar?
Her dişi kanatlarını daha yavaş, her erkek de daha hızlı çırpma kabiliyetine sahiptir. İşte burada evrim teorisinin cevaplaması gereken bazı sorular ortaya çıkar.
Eğer sivrisinek yaratılış değil, tesadüflerin sonucunda varolmuş olsaydı, doğan her sivrisineğin kanatlarını rastgele bir hızda çırpması ve bir kaos yaşanması gerekirdi. Çünkü erkeğin daha yavaş, dişinin daha hızlı kanat çırpmasını gerektirecek hiçbir sebep yoktur. Ancak her cinsiyet mensubu, adeta bir emre uyarcasına, hiçbir mecburiyetleri yokken, kendi cinsiyetlerini belli edecek hızda kanat çırparlar.
Ancak bu frekans farkının gerçekte tek başına bir anlamı yoktur. Eğer erkek sivrisinekte yaratılıştan bulunan üstün algılama yeteneği olmasaydı, bu kanat çırpışların hiçbir anlamı olmazdı. Dişi sivrisineğin çıkardığı titreşimler, insan için ne kadar anlamsızsa, erkek sivrisinek için de o kadar anlamsız olurdu. Böyle bir durumda erkek dişiyi algılayamayacağından, çiftleşme gerçekleşmezdi.
Kuşkusuz bunun tersi de mümkündür. Erkek sivrisinekte üstün bir algılama yeteneği olsa, fakat erkeği de dişisi de bütün sivrisinekler farklı farklı frekanslarda kanat çırpsalardı, bu kez de erkekte üstün bir algılama yeteneğinin bulunmasının bir anlamı olmazdı. Bu, her iki durumda da sivrisineklerin daha o nesilde yokolması anlamına gelirdi.
Bu durum bizlere sivrisineklerin çiftleşmek için birbirlerini tanımalarını sağlayan sistemin, daha ilk sivrisinek çiftinden itibaren varolması gerektiğini gösterir. Bu denli hassas bir mekanizmanın birdenbire ortaya çıkmasının tek açıklaması ise bilinçli bir yaratılıştır.
Çiftleşme gerçekleştikten sonra dişi sivrisinek, erkeğin spermlerini özel bir kesede muhafaza ederek, haftalar boyu döllenmiş yumurta yumurtlayabilir. Dişi sivrisinek çiftleşme anından itibaren kan emmeye başlar, çünkü yumurtalarının gelişebilmesi için kana ihtiyacı vardır.
ARILARIN HAYATI 1
...Onlarda kendileri için daha nice yararlar ve içecekler vardır. Yine de şükretmeyecekler mi? (Yasin Suresi, 73)
İç savaşlar, toplu katliamlar, gözünü kırpmadan adam öldüren insanlar, sokaklarda yatan çocuklar, evi barkı olmadığı için soğuktan donan insanlar, çocuk yaşta cinayet işleyenler, aile içinde yaşanan problemler, gençlik çeteleri, yolsuzluklar, …
Günlük yaşamın bir parçası haline gelen bu gibi toplumsal sorunlar düşünüldüğünde hepsinin temelinde ortak bir eksikliğin olduğu görülecektir. Bütün bu sorunların ortaya çıkmasına neden olan adaletsizlik, dolandırıcılık, sahtekarlık, merhametsizlik gibi kötü ahlak özelliklerinin temelinde yatan da yine bu eksikliktir.
Bu önemli eksiklik insanların düşünmemeleri ve dolayısıyla gerçekleri görememeleridir. Bu gibi kişiler için ön planda olan kendi çıkarları, kendi yaşamlarıdır. Çevrelerinde yaşananlar onları ilgilendirmez. Ara sıra düşündükleri sınırlı konular da yine kendileri ile ilgilidir. Bu nedenle kendi doğru ve yanlışlarının sınırları içinde bir yaşam sürerler. Günlük yaşamın akışı içinde yaptıklarını yeterli gören bu kişiler dünyada bulunuş amaçları gibi hayati önemdeki konuları akıllarına bile getirmezler.
Çevrelerindeki canlıların özelliklerini, nasıl olup da böyle kusursuz bir çeşitliliğin ortaya çıktığını, kendi vücutlarını, gökyüzündeki dengeleri kısacası hiçbir şeyi düşünmezler. Dolayısıyla da bunların Allah tarafından "tasarlanmış", yani "yaratılmış" olduğunu fark edemezler. Tüm evrenin yaratıcısı olan üstün güç sahibi Allah'ı gereği gibi takdir edemezler. Neden yaratılmış olduklarının ve Allah'a karşı sorumlu olduklarının bilincine varmazlar. Oysa Kuran'da düşünmenin önemini, ancak düşünen kimselerin öğüt alacağını vurgulayan pek çok ayet vardır. Bir ayette düşünen ve bunun sonucunda Allah'ın kudretinin farkına varan kişilerden şöyle bahsedilir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)
İşte Balarısı Mucizesi kitabının amacı da Allah'ın yaratılış mucizelerinden birini daha tanıtarak bu düşünce tembelliğini kırmaktır. Bununla birlikte balarısının kitap konusu olarak seçilmesinin de çok önemli bir nedeni vardır. Balarıları Kuran'da Allah'ın dikkat çektiği canlılardandır. Allah Nahl Suresi'nde arıların Kendi vahyi ile hareket eden canlılar olduklarını şöyle bildirmektedir:
Rabbin balarısına vahyetti:
Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Görüldüğü gibi ayetlerde kendine ev edinen, meyvelerden yiyen ve bal üreten arılara dikkat çekilmektedir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de görüleceği gibi kovandaki arılarla ilgili benzer işlerin tümü işçi arılar tarafından yapılmaktadır. Bir arı kovanında işçi arılar, kraliçe arı ve erkek arılar bulunur. Kovandaki hemen hemen her türlü işle görevli olan işçi arılardır. Bununla birlikte kraliçe arının, kovanın devamlılığını sağlamak gibi son derece önemli bir görevi vadır. Erkek arılarınsa kovan içindeki tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kısa yaşam süreleri içinde bu görevlerini yerine getirirler ve hemen arkasından ölürler.
Arıların özelliklerinin detaylı olarak inceleneceği bu kitapta ayrıca arıların aralarında nasıl anlaştıkları, kovandaki on binlerce arının nasıl olup da problemsiz bir şekilde yaşadıkları, yönlerini nasıl buldukları, nasıl bal ürettikleri gibi daha birçok konu ayetlerle birlikte ele alınacaktır. Evrim teorisinin iddia ettiği gibi ne doğada ne de arıların hayatında başıboş ve tesadüfi bir "yaşam mücadelesi" olmadığını da ilerleyen bölümlerde bir kere daha göreceğiz.
Arı kovanındaki hayat
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı
canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye
Suresi, 4)
Yirmi bin türden oluşan geniş bir familyaya sahip olan
arılar, hayvanlar dünyasındaki en çarpıcı mühendislik ve mimarlık bilgisine
sahip, sosyal hayatları ile diğer pek çok canlıdan ayrılan, aralarındaki
iletişim ile kendilerini inceleyen bilim adamlarını hayretler içinde bırakan
canlılardır.Bu kitabın konusu olan balarıları ise diğer arılardan farklı özelliklere sahiptir. Koloniler halinde ağaç kovuklarında veya benzeri kapalı mekanlarda kendilerine yuva yaparlar. Bir arı kolonisi, bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve 10-80 bin işçi arıdan oluşur. Görünüş olarak birbirinden farklı olan bu üç arıdan kraliçe arı ve işçi arılar dişidir.
Arı kolonilerinin her birinde sadece bir kraliçe bulunur ve bu kraliçe arı diğer dişilere göre daha büyüktür. Temel görevi ise yumurtlamaktır. Üreme sadece kraliçe arı vasıtasıyla olur, onun dışında diğer dişiler erkeklerle çiftleşemezler. Kraliçe, yumurtlamadan başka, koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler de salgılar.
Erkekler ise, dişilerden iridirler ama ne iğneleri vardır, ne de kendileri için besin toplayabilecek organları. Tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kovanda petek örme, yiyecek toplama, arı sütü üretme, kovan ısısını düzenleme, temizlik, savunma gibi akla gelebilecek tüm işleri ise işçi arılar yaparlar.
Arı kovanındaki hayatın her aşamasında bir düzen vardır. Larvaların bakımından, kovanın genel ihtiyaçlarının teminine kadar her görev hiç aksamadan yerine getirilir. Bu düzenin en belirgin örneklerinden biri de kovandaki yavruların bakımı sırasında ortaya çıkar. Diğer arıların yavrulara gösterdikleri özen ve sergiledikleri özverili davranışlar detaylı olarak incelendiğinde bu konu daha iyi anlaşılacaktır.
Arıların yuvalarına gösterilen
özen
Bazı canlı türlerinde yavruların bakımı diğerlerine göre
daha fazla özen gerektirir. Özellikle yumurta, larva, pupa gibi değişik
evrelerden geçerek erişkin hale gelen canlılarda, her evrede farklı yönde
bir bakım uygulanır.Arılar da farklı büyüme evrelerinden geçerler. Arı yavruları, sırasıyla larva ve pupa evrelerini tamamlayarak erişkin hale gelirler. Kraliçe arının yumurtaları bırakması ile başlayan bu dönem boyunca arı yavrularına son derece özenli ve dikkatli bir bakım uygulanır.
Arı kovanlarındaki yavruların bütün sorumluluğu işçi arılara aittir. İşçi arılar öncelikle kraliçenin yumurtlaması için peteklerin içinde özel olarak belirlenmiş bir bölgede kuluçka hücreleri hazırlarlar. Bu hücrelere yumurtlamak için gelen kraliçe arı, hücrenin temizliğini ve uygunluğunu kontrol ettikten sonra her peteğe birer yumurta bırakarak ilerler.
Yumurtaların gelişimi için gerekli olan şartların sağlanmasından, yumurtadan çıkacak larvaların ihtiyaçları olan besin maddelerinin temin edilmesine, hücre sıcaklıklarının sabit tutulmasından, özel hücre kontrollerine kadar pek çok şey özel olarak ayarlanır. İşçi arılar, detaylı metodlar kullanarak larvalara çok dikkatli bir bakım uygularlar
İşçi Arıların Larvalara Uyguladıkları Titiz Kontrol
Kraliçe arının büyük bir hassasiyetle hücrelere yerleştirdiği arı yumurtaları yaklaşık 3 gün içinde gelişirler. Bu sürenin sonunda hücrelerden beyaz kurt şeklindeki arı larvaları çıkar.1 Yumurtadan çıkan bu canlıların gözleri, kanatları ve bacakları yoktur. Dış görünüş olarak balarısına hiç benzemezler.
İşçi arılar bu yeni doğmuş larvaları son derece dikkatli ve özenli bir şekilde beslerler. Öyle ki tek bir larvanın büyüme dönemi boyunca yaklaşık 10.000 kere işçi arılar tarafından ziyaret edildiği tespit edilmiştir.2 Larvalar yumurtadan çıktıktan sonraki ilk üç günleri boyunca arı sütü ile beslenirler. Larva dönemi arıların sürekli beslendikleri ve beden olarak en çok geliştikleri dönemdir. Arı larvaları bu dönemdeki düzenli beslenme sonucunda 6 gün içerisinde ilk ağırlıklarının 1500 katına kadar ulaşırlar.3
|
Bu son derece şaşırtıcıdır, çünkü hücrelerde kraliçe arı tarafından farklı dönemlerde bırakılan ve farklı büyüklüklere sahip olan pek çok yumurta vardır. Ve yavru arılar özellikle larva döneminde kaç günlük olduklarına göre bir beslenme programına tabi tutulurlar. Buna rağmen dadı arılar larvaların beslenmesinde bir problem yaşamazlar.
Arı kovanındaki özel hazırlanmış peteklerde büyümeye devam eden larvaların yedinci günlerinde şaşırtıcı bir olay gerçekleşir. Larva yemek yemeyi keser ve bakıcı arılar larvanın bulunduğu hücrenin ağzını mumdan yapılmış, hafif kubbeli bir kapak ile tamamen kapatırlar.4 Bu sırada larva da kendi ürettiği bir madde ile bulunduğu odanın içinde etrafına koza örerek kendini buraya adeta hapseder.5
Arı larvaları bu şekilde pupa evresine bir geçiş yaparlar. Pupa döneminin detaylarına geçmeden önce dikkatle incelenmesi gereken nokta, koza örülen maddenin yapısıdır.
Arı larvalarının kafalarında bulunan çift taraflı ipek bezleri sayesinde ürettikleri bu maddenin özelliği; hava ile temasa geçmesinden kısa bir süre sonra sertleşmesidir. Diğer bir özelliği ise içerdiği "fibroin" isimli protein sebebiyle kuvvetli bir bakteri öldürücü ve enfeksiyon önleyici etkisi olmasıdır. Arılar üzerinde araştırma yapan bilim adamları, bu canlıların ördükleri koza sayesinde larvaların mikroplardan korunduklarını tahmin etmektedirler.
Kozanın örülmesinde kullanılan ağ, farklı kimyasal maddelerin belirli oranlarda karışımından oluşmaktadır.
1-Elastik bir protein olan "Fibroin" % 53.67. (Bu bileşik, glikol (% 66.5), lösin (% 1.5), arjinin (% 1), tirozin (% 10)'den meydana gelir.)
2-Jelatin yapısında yine bir protein olan "Serizin" % 20.36. (Bu madde serin (% 29), alanin (% 46) ve lösin (% 25)'den meydana gelmiştir.)
3-Diğer proteinler % 24.43
4-Mum % 1.39
5-Yağ ve reçine % 0.10
6-Renk maddesi % 0.05 6
Arı larvalarının koza ördükleri bu ipeğin formülü her arıda aynı şekilde üretilir. Milyonlarca yıldır bütün arı larvaları son dönemlerinde ördükleri kozalarında yukarıdaki formüle sahip olan ipeği kullanır. Ayrıca arı larvaları bu karmaşık yapılı maddeyi her zaman değil, sadece ihtiyaçları olan büyüme dönemlerinde üretmeye başlarlar. Bunlar göz önünde bulundurularak düşünülecek olursa akla pek çok soru gelecektir. Örneğin larvaların vücudundaki bu kimyasal madde nasıl ortaya çıkmıştır? Gözü, kanadı, beyni, olmayan, bir et parçasından farksız, henüz dünyayı hiç görmemiş, nasıl şartlarda bir yaşam süreceğini bilmeyen bir larva kendi başına karar verip, böyle bir şey oluşturabilir mi? Örneğin kimyasal maddenin koruyucu formülünü larvanın kendisi mi bulmuştur? Üretimini larva kendi kendine mi başarmıştır? Bu kimyasal maddeyi larvanın vücuduna kim yerleştirmiştir?
|
Yalnız burada vurgulanması gereken son derece önemli bir nokta vardır. Söz konusu canlı şuur sahibi bir canlı olsa da değişen bir şey yoktur. Çünkü hiçbir canlının kendi vücudunda var olmayan bir sistemi kendi kendine oluşturması söz konusu değildir. Örneğin insan, doğadaki akıl sahibi yegane varlıktır. Ama buna rağmen bir insanın çok basit formüllü de olsa bir kimyasal madde üretimini sağlayacak sistemleri kendi vücudunda oluşturması mümkün değildir. Bu durumda akıl ve bilinç sahibi insanların yapamayacağı bir şeyi bir böceğin yapabileceğini iddia etmek de kesinlikle akla ve mantığa sığmayacak bir davranıştır.
"Larvanın koza üretiminde kullandığı ipek nasıl meydana gelmiştir?" sorusunun cevabını verebilmek için öncelikle ipeği oluşturan maddeleri tekrar hatırlayalım. Bunlardan biri olan fibroin; glikol, lösin, arjinin ve tirozin maddelerinin belirli oranlarda birleşmesiyle meydana gelen bir maddedir. İpeği oluşturan maddelerden başka biri olan serizin ise serin, alanin ve lösin'in çok hassas yüzdelerde biraraya gelmesiyle oluşur. Arı larvalarının koza örerken kullandıkları ipeğin yapısındaki maddeler sadece bu kadar değildir. Bundan başka mum, yağ ve reçine gibi maddeler de ipeğin yapısında bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi ipeğin oluşması için çok sayıda maddenin belirli oranlarla biraraya gelmesi gerekmektedir. Bir deney yapalım ve ipeği oluşturan maddelerden en basit yapılı olanını ele alarak bu maddenin kendi kendine oluşmasını bekleyelim. Ne kadar beklersek bekleyelim, ne gibi işlemler yaparsak yapalım sonuç asla değişmeyecektir. Ve günlerce, aylarca, yıllarca hatta milyonlarca yıl boyunca beklense de, değil bu maddelerden tek bir tanesi, bu maddeleri oluşturan atomlardan tek bir tanesi bile tesadüfen oluşamayacaktır. Bu durumda koza örmede kullanılan ipeği oluşturan maddelerin her birinin tesadüfen ortaya çıktığını ve daha sonra yine tesadüfen biraraya gelerek ipek oluşturduklarını iddia etmekse tamamen akıl ve mantık ölçülerinden uzaklaşmak olacaktır.
İpeğin oluşumu bir arının yumurtadan çıkıp, uçabilir hale gelmesi için gerekli olan pek çok mekanizmadan sadece bir tanesidir. Larvanın arıya dönüşebilmesi için bütün mekanizmaların aynı anda bir bütünlük içinde çalışması gereklidir. Herhangi bir eksiklik arının gelişememesine yani, ölümüne neden olacaktır. Bu da arı neslinin zaman içinde yok olması demektir. Bu durumda varılan sonuç, arıların evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde kendiliklerinden ortaya çıkmadıkları, bir anda tüm sistemleriyle birlikte var olduklarıdır. Bu da arıların bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarını bize gösterir. Bu Yaratıcı tüm evrene hükmeden, üstün bir aklın sahibi olan Allah'tır.
Arıların ne gibi özelliklere sahip olmaları gerektiğini belirleyen ve bunların tümünü eksiksiz bir şekilde onlarda var eden, larvaya nasıl koza öreceğini ilham eden, kısacası arıların her hareketine hükmeden Allah'tır.
DEVE
"Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler
vardır..." (Nahl Suresi, 66)
"Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı?
Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl
yayılıp-döşendi? Artık sen, öğüt verip -hatırlat. Sen, yalnızca öğüt verici
bir hatırlatıcısın."(Gaşiye Suresi, 17-21)
Tüm varlıkların sahip oldukları özelliklerle kendilerini Yaratan'ın
sonsuz gücünü ve ilmini gösterdiklerine hiçbir kuşku yoktur. Kuran'daki
birçok ayette bu gerçek bildirmekte, Allah'ın her yarattığının bir ayet,
yani 'bir delil ve ibret' olduğuna sürekli dikkat çekilmektedir. Gaşiye Suresi'nin 17. ayetinde de üzerinde dikkatle düşünülmesi ve ibret alınması gereken bir hayvandan, "deve"den bahsedilmektedir.
Bu bölümde, Kuran'da "bakmıyorlar mı o deveye nasıl yaratıldı" ifadesiyle Allah'ın dikkat çektiği bu canlıyı inceleyeceğiz.
Deveyi "özel bir canlı" yapan, en ağır şartlardan bile etkilenmeyen vücut yapısıdır. Bu öyle bir vücuttur ki açlık ve susuzluğa günlerce dayanır, günler boyu, sırtında yüzlerce kilo ağırlıkla yol katedebilir.
Devenin, ayrıntısını ilerleyen sayfalarda göreceğiniz özellikleri, onun, kurak ortamlar için özel bir yaratılışla var edildiğini ve insanın hizmetine verildiğini göstermektedir. Ve bu da düşünen insanlar için açık bir yaratılış delilidir.
"Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde
korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır." (Yunus
Suresi, 6)
Dikenle bile beslenebiliyor
Hecin (sağda) develeri, Orta Asya'nın yüksek yaylarında -52 derecelik soğuğa karşı dayanabilmektedir. |
Mükemmel su kullanım ünitesi
Develer, 10 dakikada ağırlıklarının üçte biri oranında su içerler.
Bu miktar kimi zaman 130 litreyi bulabilmektedir. Bunun yanısıra deve,
insana oranla 100 kat daha geniş alanı kaplayan bir burun mukozasına sahiptir.
Hayvan, çok büyük ve kıvrımlı burun mukozası sayesinde, havadaki nemin
%66'sını tutabilmektedir.
Besinlerden ve sudan maksimum istifade
Hayvanların çoğu böbreklerinde biriken üre kana karıştığı anda zehirlenerek
ölürler. Oysa deve, vücudunda oluşan üreyi defalarca karaciğerinden geçirerek,
sudan ve besinlerden maksimum derecede istifade edebilmektedir.Devenin kan ve hücre yapısı da, çöl şartlarında uzun süre susuz yaşayabilmesini sağlayabilecek şekildedir.
Hücre duvarları, hücrelerinin fazla su kaybetmesini engelleyecek bir yapıdadır. Kan yapısı ise, devenin vücudunda su minimuma indiğinde bile kan akışında bir ağırlaşmaya olanak vermeyecek biçimdedir. Ayrıca kanında, susuzluğa dayanıklılığı arttıran albümin enzimi, diğer canlılardan daha fazla miktarda bulunmaktadır.
Devenin bir başka destekleyicisi de hörgücüdür. Hörgüçlerde vücut ağırlığının beşte biri kadar yağ depo edilmiştir. Devede yağın tek bir noktada toplanması, vücudun -yağa bağlı olarak- her yerinde yoğun oranda su atılmasını engeller. Bu da devenin suyu minimum oranda kullanmasına sebep olur.
Bir hörgüçlü deve, normalde günde 30-50 kilo besin alabilirken, zor şartlarda günde sadece 2 kg kuru otla bir ay boyunca yaşayabilmektedir. Devenin ağız ve dudak yapısı, ayakkabı köselesini delecek kadar sivri dikenleri bile rahatlıkla yiyebileceği şekildedir. Dört yüzlü midesi ve sindirim sistemi ise önüne çıkan herşeyi öğütebilecek kadar güçlüdür. Normalde yiyecek sınıfına girmeyen kauçuk gibi maddelerden bile istifade etmesini bilir. Kurak ortamlarda bu özelliğin ne kadar değerli olduğu açıktır.
Hortumlara ve fırtınalara karşı önlem
Devenin gözleri iki kat kirpiklidir. Kirpikler, kapan gibi içiçe geçerek, gözü şiddetli kum fırtınalarına karşı tam bir korumaya alırlar. Develer ayrıca burun deliklerini de kum girmesini engellemek için kapatabilirler.
Kavurucu sıcağa ve dondurucu soğuğa karşı önlemler
Bütün vücudunu kaplayan sık tüyler çölün yakıcı güneşinin hayvanın derisine ulaşmasına engel olurlar. Bunlar aynı zamanda soğukta da hayvanın ısınmasını sağlarlar. Çöl develeri 70°C'lik sıcaklıktan etkilenmezken, çift hörgüçlü develer sıfırın altında 52 derecelik soğuklarda yaşayabilmektedir. Bu tip develer, 4.000 metrelik yüksek yaylalarda bile hayatlarını sürdürebilmektedirler.
Kızgın kumlar için önlem
Bacaklarına oranla son derece büyük olan ayakları da özel olarak "dizayn"
edilmiş, hayvan kuma batmadan yürüyebilsin diye genişletilip yayılmıştır.
Ayak tabanlarındaki özel kalın deri ise kızgın çöl kumlarına karşı alınmış
bir tedbirdir.Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.(Lokman Suresi, 20)
Tüm bu bilgilerin ışığında düşünelim: Deve, kendi vücudunu çöl ortamına göre kendisi mi ayarlamıştır? Burun mukozasını kendisi oluşturup, tepesindeki hörgücü o mu meydana getirmiştir? Ya da hortum ve fırtınalara karşı göz ve burun yapısını kendisi mi tasarlamıştır? Kan ve hücre yapısını, devenin kendisi mi 'su harcamama esası' üzerine düzenlemiştir? Vücudundaki tüylerin dokusunu o mu seçmiştir? O mu kendisini "çöl gemisi"ne dönüştürmüştür?
Deve -canlıların tümünde olduğu gibi- elbette ki bunları yapamaz. "Bakmıyorlar mı o deveye, nasıl yaratıldı?" ayeti, gerçekten de bu olağanüstü hayvanın varoluşunu en iyi biçimde açıklamaktadır. Deve de, başka her şey gibi yaratılmış, özelliklerle bezenmiş ve Yaratıcı'nın yaratmadaki üstünlüğünün bir işareti olarak yeryüzüne yerleştirilmiştir.
Deve, bu tür üstün fiziksel özelliklerle yaratılırken, insana hizmetle görevlendirilmiştir. İnsan ise, tüm varlık aleminin içindeki buna benzer yaratılış mucizelerini görmek ve tüm varlıkların yaratıcısı olan Allah'ı bilip-tanımakla...
KAYNAKLAR: The Camel, Hilde Gauthier-Pilters &
Anne Innis Dag, The University of Chicago Press, 1981... Ça m'intéresse,
Aralık 1992... Science Illustrée Temmuz 1993, Il grande libro degli animali
e lambiente, Paolo Schmidt di Friedberg, Vallarddi Industrie Grafiche,
Lainate-Italia, 1975.
" BİR SİNEK BİLE YARATAMAZLAR..."
|
|
" Ey insanlar, (size) bir örnek
verildi şimdi onu dinleyin. Sizin Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız
-hepsi biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek dahi yaratamazlar...
Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir etmediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. " (Hac Suresi, 73-74) |
Tek bir sinek bile,insanoğlunun ürettiği tüm teknolojik araçlardan çok daha üstündür.Dahası sinek "canlı"dır. Uçaklar ya da helikopterler bir zaman kullanılır, sonra çürümeye bırakılır.Sinek ise kendisinin benzerlerini üretir. |
|
Sinek
en kaygan zeminlerde bile rahatlıkla dolaşabilir, evlerin tavanlarında
saatlerce asılı durabilir. Ayakları, camlara, duvarlara veya tavanlara
konmak için bir dağcıdan daha donanımlıdır. Eğer içeri çekilebilen pençeleri
tutunmaya yetmezse, ayağının ucundaki vantuzlar onu zemine iyice yapıştırır.
Bu vantuzların tutuş özelliği, salgılanan özel bir sıvı ile arttırılmıştır.
Bir karasineğin uçuşu, son derece kompleks bir iştir. Sinek önce, yön
belirlemeye yarayan organlarını büyük bir titizlikle gözden geçirir. Daha
sonra, ön tarafındaki denge organlarını ayarlayarak uçuş pozisyonunu alır.
Son olarak, duyargalarının ucundaki alıcılar sayesinde, rüzgarın şiddeti
ve yönüne göre kalkış açısını saptar. Ve nihayet havalanır. Ama tüm bunlar
saniyenin yüzde biri kadar bir zaman sürmüştür. Uçuşa geçer geçmez kısa
bir sürede hızlanabilir ve giderek saatte 10 kilometre gibi bir hıza ulaşabilir...
Onun için rahatlıkla "akrobatik uçuş ustası" tanımı kullanılabilir. Havada olağanüstü zig zaglar çizerek uçabilir.
Beklenmedik, ani ve sert dönüşler yapabilir. Bulunduğu noktadan dikey olarak bile havalanabilir... Ne kadar elverişsiz ve kaygan olursa olsun, her türlü yüzeye rahatlıkla konabilir.
Bu müthiş uçucunun bir başka gösterisi, evlerin tavanına konabilmesidir... Yerçekimi gereği tavanda duramaması ve yere düşmesi gerekir... Ama bu imkansızı gerçekleştirebilmesi için özel sistemlerle yaratılmıştır. Bacaklarının uç kısımlarında çok küçük vantuzlar vardır. Dahası bu vantuzlar belli bir yüzeyle temas ettiklerinde yapışkan bir sıvı salgılar. İşte bu yapışkan sıvı sayesinde karasinek tavana asılı kalabilir. Tavana doğru yaklaştığında bacaklarını öne doğru uzatır ve tavana dokunduğunu hissettiği anda, geldiği yönün tam aksine doğru bir takla atarak tavan yüzeyine karınüstü tutunur... Karasinek iki kanada sahiptir. Bir bölümü vücudun içine gömülü olan bu kanatlar, sinirlere bölünmüş çok ince bir zardan oluşur ve birbirinden bağımsız hareket edebilir.
Kanatların yüzeyinde ve başın arka kısmında bulunan dokunma organları, uçuş ile ilgili bilgileri anında beyine ulaştırır.
Sinek, uçuş halindeyken yeni bir hava akımıyla karşılaşırsa, bu dokunma organları hemen beyne gerekli sinyalleri gönderir. Kaslar da beyinden gelen sinyallere göre kanatları bu yeni duruma uygun biçimde çalıştrmaya başlar. Sinek bu organları sayesinde, kendisine karşı kalkan bir sinekliğin havada oluşturduğu fazladan rüzgarı hemen algılar ve çoğu kez uçup kurtulur. Karasinek, kanatlarını bir saniyede yüzlerce defa çırpabilir. Bu hareket için, dinlenme sırasında harcadığı enerjinin yaklaşık yüz katı bir enerji harcar. Bu açıdan oldukça güçlü bir yaratıktır. Çünkü insan metabolizması normal temposuna oranla en fazla 10 kat daha enerji harcayabilir. Üstelik insan böyle yoğun bir enerji tüketimini en fazla bir kaç dakika sürdürebilir. Oysa karasinek kanatlarını bu ritimle tam yarım saat boyunca çırpabilir ve bu tempoda bir kilometreden fazla mesafe katedebilir.
Karasineğin gözü ommatid adı verilen yaklaşık 6000 küçük gözden oluşur. Her ommatidin yüzü farklı bir yöne dönük olduğu için, sinek önünü arkasını, her iki yanını, üstünü ve altını görebilir. Yani 360 derecelik bir açıyla çevresini algılayabilir. Her ommatide 8 duyu hücresi bağlıdır. Gözdeki toplam duyu hücresi sayısı ise 48.000 kadardır. Bu sayede sineğin gözü saniyede 100 görüntü alabilir.
|